skip to Main Content

Yarışma Programında Zayıflama

Daha önceki yazılarımda tepkilerimi belirttiğim yarışmaprogramıyla ilgili Prof.Dr.Şükrü Hatun ‘un  yazısını okuyunca, sizlerle paylaşmak istedim.Kendisinden izin istedim,sağolsun izin verdi.Kendisine tekrar teşekkür ediyorum.Yazı aşağıda..Lütfen dikkatle okuyun!

Kötüye kullanılan şişmanlık

Piyasa ekonomisi ile insan bedeni arasındaki kötüye kullanımilişkisinin çeşitli   yönlerinin en açık  ortaya çıktığı alanlardan birisini şişmanlık konusu oluşturuyor.Her şeyden önce son 15-20 yılda  Amerika’dan Çin’e  bir çok toplumda şişmanlığın bir  halk sağlığı sorunu haline gelmesinde, insan bedenlerini  tüketim aygıtı  olarak gören ve böyle olması için devasa reklam  bütçeleriyle onu   “stimüle eden” tüketim  toplumu manipülasyonlarının sorumlu olduğunu biliyoruz.Bu “stimülasyon” konusu önemli. Çünkü Coca-Cola ve “Fast-Food” gibi doğrudan şişmanlıkla ilgili  ürünlerin reklamları,  gücünü tamamen çocuk ve gençleri bir  tür   “kendinden geçme” duygusuna neden olan imgesel  etkilerinden  alıyorlar.Geçen haftalarda Ankara Üniversitesi Çocuk Kültürü  Araştırma ve  Uygulama Merkezi’nce düzenlenen  “Popüler Kültür   ve Çocuk” sempozyumundaüzerinde  ayrıntılı  olarak durduğumuz gibi örneğin ayran reklamlarıdaha çok bir besin olarak ayranın   kalsiyum  içeriği gibi  yararlınoktaları üzerinde  duruyor ve  hemen hiç imge gücü taşımadığı için etkisi  de sınırlı oluyor. Bazı iyi TV kanallarının  sanat filmleri aralarına bile sızan Coca-Cola    reklamları ise hiçbir zaman yarardanbahsetmiyor ve   doğrudan insandaki  “aşkınlık” duygusu  uyandıranzihinsel  süreçlere seslenmeyi seçiyor. Belki de o toplantıda biröğrencinin  sorduğu  gibi aslında bu ürünleri pazarlayanların izledikleri yolla, “uyuşturucu”  pazarının dinamikleri  arasında  benzerlikler  üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Bunun bir örneğini geçen yıl   yayımlanan Hamburger Cumhuriyeti  isimli kitabında Eric  Schlosser’in Fast-Food endüstrisinin New Jersey  Turnpike’daki  kimya fabrikalarında  üretilen  ve sürekli değiştirilen sentetik  tatları kullanarak   nasıl çocuklarda “bağımlılık” yarattığını anlattığı  satırlarda görebiliriz. Başta çocuklar  olmak üzere hiç birimiz yoğurt, taze fasulye veya kırmızı et  gibi doğal ürünlerin bağımlısı olmuyoruz ama 2-3 kez  yenen Fast-Food ürünlerinin  yeniden yeme isteği yarattığını biliyoruz. Özetle başta çocuklarda olmak üzere günümüzdeki  şişmanlık büyük ölçüdeinsan bedeninin ve zihninin “stimüle” edilmesine bağlı  görünüyor ve bunu da  doğrudan piyasa ekonomisinin ihtiyaçları belirliyor.Doğası gereği hiçbir şeyin değerini bilmeksizin  her şeyin fiyatıyla   ilgili olan  piyasalar, bir tür yeni tanrı gibi içinde insanın da olduğu, evrensel  varoluşu yönlendirmeye, ona piyasaların amaçlarını dayatmayakalkmaktadır. Bu nedenle  bir  taraftan  Hindistan’daki Narmada vadisinden, Tunceli’deki  munzur vadisine coğrafyalar sömürü için tahrip  edilirken öte  yanda esas mücadele insan bedenleri üzerinden yapılmaktadır. Kapitalizm, insan mutluluğunun beden aracılığıyla oluştuğunu,tinsel olanın ikincil olduğunu varsayar ve bu nedenle de insan bedenlerinin zapt edilip, dönüştürülmesini amaçlar. İnsanın biyolojik varoluşuna içkin olan her  şeyi (yemek, içmek, sevişmek, kendisiyle  ilgili olmak gibi) ihtiyaç olmaktan çıkarıp, bağımlılık derecesinde  zevk aracına dönüştürür ve bu sayede tüketimi maksimize eder.Bu yeni bir barbarlık  türüdür, çünkü  piyasaların neden olduğu  küresel şiddetsayesinde  bir taraftan  Amerikalılar  dünyadaki nimetlerin üçte birini tüketerek şişmanlık  trajedisine mahkum olurken, diğer taraftan  milyarlarcaAfrikalı aç kalmaktadır.”Şimdi zayıflamak istiyorum.”Piyasa  ile insan bedeni arasındaki kötüye kullanım  ilişkisinde şişmanlığıntam karşı ucunda ise  bu kez  güzel olmaktan, sağlıklı olmaya uzanançeşitli takıntıların “stimüle” edildiği  zayıflama endüstrisi duruyor. Bu yazıyı yazmamın esas  nedeni de bu endüstrinin sonunda ülkemizde “şahikalar yaratarak”, bu konuyu ” Şimdi zayıflamak  istiyorum” isimli bir yarışma  programında “alet etme”si ve bunun aslında ülkemizdeki “popüler kültür”ün  sefaletinin bütün özelliklerini taşıması.Tanıtım  yazılarına göre “daha sağlıklı  olmak, çekici  görünmek, kendilerini daha iyi hissetmek ve kilo  vermek isteyenleri baştan çıkaracak bu  programda  yarışmacılar  mavi ve kırmızı adlı iki takıma  ayrılacak. Takımların başında birer takım koçu yer alacak. Her iki takım da uzmanlardan kilo  vermenin püf noktalarını öğrenecek ve hafta boyunca tartıyı   hiç görmeyecekler. Her hafta sonu final programında tartılacaklar  ve takımların ayrı ayrı tartılması  sonucunda enfazla kilo veren  gurup haftanın galibi olurken, daha az kilo vermiş olan gurup  kendi içinden bir yarışmacıyı eleyecek. Yarışmanın galibi hem  kilolarına veda edecek hem de hayatını değiştirecek büyük ödülü kazanacak”. İnsan “Gelinim  olur musun” formatındaki bu yarışmanın hangi trajedileri tetikleyeceğini düşündükçe   önce  üzülüyor, öte yandan bazı TV  kanallarının reyting  uğruna yaptıklarına ve bütün bunları körelmiş bir dikkatle izleyen RTÜK’ü düşündükçe ise  kızıyor.Kızmak gerekiyor, çünkü bu program aynı zamanda, yarışmada “uzman”  olarak tanımlanan ama  aslında”zayıflama piyasasının” ana “aktörler”inin de bir yarışması  ve onların insan sağlığından  başka şeylerle uğraştığını herkes biliyor. Örneğin bu “uzmanlar”  dan Haluk Saçaklı’nın  Anadoluhisarı  Gençlik ve Spor Akademisi’ ni bitirdiğini,doktorasını ‘Üniversite gençlerinde obezitenin  egzersiz ve diyet yoluyla giderilmesi’ konusunda yaptığı için  “doktor” olarak isimlendirildiğini, ama esas önemlisi şu anda ‘Haluk Saçaklı Zayıflama Merkezi’nde çalışmalarını sürdürdüğü biliniyor; diğer “uzman” Dr. Ender Saraç ise sabah gazetesinden Ayşe Özyılmazel’e ” Aile hekimi olduğunu, diyet  vermeyip, vücudu toksinlerden arındırdığını” kendisi  söylüyor. Ben de bu hekimin “Hay Polikliniği”nin  sahibi olduğunu, kendisini Ayurveda ve  Akupunktur  uzmanı olarak tanıtıp  meslek uygulamaları nedeniyle    tabip odası onur kurulutarafından birkaç kez   cezalandırıldığını  biliyorum. Kestirmeden söyleyecek olursak bu yarışma  programının, şişmanlığı  kötüye kullandığını, insan  bedenini reyting aracı haline getirdiğini  ve bütün    bunlarıngerisinde de  sağlıklı yaşam  örtüsü altında  aslında pervasız-utanmazca demem gerekiyorgerçekte-  maddi  getiriler dünyasının olduğunu düşünüyorum ve  RTÜK’ün bu yazıyıbir ihbar dilekçesi olarak kabul   etmesini diliyorum. Prof.Dr.Şükrü Hatun Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı

Back To Top